Hiçbir Rüzgar Benim Gibi Esmeyecek Üzerine

Yalandan da olsa birini sevmek istiyordum galiba
Yalan da olsa geçeceğini bileceğim halde
o duyguyu yaşamak .
Gülüşünün gerçekten parladığını sanmak .
Hayata sanki daha da sıkı sarılmak gibi.
Güvenmek .
Dokunacağım kadar yakınımda olduğunu hissetmek .
Artık hissetmiyorum
Hiçbir şey
Neden ?
Böyle mi olmalıydı bir zaman sonra ?
İçi mi ölmeliydi insanın
Neden soğudum herşeyden böyle
Neden birden nefret eder oldum senden
Neden senin kuyunu kazıyorum içten içe içime
Mezarın hazır sırtını döndüğünde .
Çabalamak da yok zerre kadar içimde .
Peki nereden gelmekte bu ortada kalmışlık .
Akılın bi yere takılmışlığı .
Kollarımdan farklı yönlere çekiliyormuşum gibi
hissetmem neden ?
Bu kapana kısılmışlık .. Kafamı duvarlara vurma isteği .
Ben yerimde sayıyorum hala .
Sen neden savrulmuyorsun rüzgarda .
Sapasağlamsın neden ?
Sarsabilmeyi isterdim seni derinden .
Sarsamayacağımı bile bile de neden daha da savrulayım ben .
En iyisi bırakmak mı seni bilmediğin rüzgarlara .
Sen beni bırakmadan .
Yağmurlar yağsın üstüme senden arınmak için .
Zerre kadar kalmasın teninin kokusu üzerimde .
Kendimde duymayayıyım kokunu .
Ama içten içe biliyorum ki
Hiçbir yağmur arındıramayacak üzerimden seni .
Ve hiçbir rüzgar benim gibi esmeyecek üzerine .

Unutmak İçin Başka Tenlere Karışmak

Bu kadar mı zor sevip de kavuşamamak.. Korkup bile bile acı çekmek.. Bu kadar mı zor sevdiğini söyleyememek. Bir şarkıya hapsedip kendini, yüreğini orada yaşamak , yaşayabilmeyi ummak.. Her dinlediğinde yaranı yeniden kanatmak.. Kapanmadığını, kapanamadığını farketmek .. İçine dönmek.. İçinde onu bulmak.. Tuz basmak … Adeta kanırta kanırta tuz basmak .. Ve hep aynı nakarat dudağının kenarında '' sevdiğim senin aşkın ciğerlerimi dağlar, hiç mi düşünmedin sen , hiç mi düşünmedin sen, sevdiğin böyle ağlar ''
Hiç mi düşünmedin sen ? Hiç mi düşünmedim ben ? Hiç mi düşünmedik biz ? Ne yaptık ? Ayrı yönler , ayrı yollar, yeni yıllar ve yeni kollar … Hangisinde ne kadar mutluyuz ? Ne idi ki aradığımız ? ve ne idi bulduğumuz ? bulduğumuzu sandığımız neydi ? Tek şey var yana yana kana kana sevdik.. Susuzluğumuzu giderir gibi sevdik .. Yok olmaktan korkar gibi sevdik .. Dokunduk oraya o kanayan yaraya …
Peki neden inat ettik ? Neden birbirimize bu kadar inat ettik de hayata inat edemedik ? Neden kenetleyip ellerimizi karşısında durmadık ? Hayatın , kaderin , yazgının… Hiç mi düşünmedin sevdiğim adam, uyuduğum göğsünün uyuduğun göğsümün sol yanının hep acıyacağını , ağrıyacağını, ağlatacağını…Kapanabilemeyen bir yaranın o şarkıda tekrar kanayacağını .. Unutulacak mı sandık ? ne yaptık o bizi öldürme diye yalvaran aşkımıza .. öldürmedik işkence mi ettik ?
Aşığım hala deli gibi çılgınca şimdi çıksan karşıma hiçbirşey değişmemiş yıllar geçmemiş başka tenlere karışmamışım gibi …
Biliyorum sende bana aşıksın hala .. hangi tene gidersen git beni aradığını biliyorum .. Bir yerinde mutlaka varım .. İzim silinmedi sende .. Ben hala sendeyim .. Bir parçam sende yaşıyor … seninde bende … öyle bıraktık ayrılırken …
Şimdi söyle bana onca yıldır taşıdığın acı azaldı mı ? yoksa her geçen zamanda seni daha da acıttı mı ? benim gibi ? ağlaya ağlaya sökmeye çalıştın mı içinden o yarayı ? başka kollara umutsuzca sarıldın mı ? ağlayarak sundun mu kendini birşeyler değişir diye yabancı tenlere … Hergün ağladın mı aptallığına benim gibi ..
Kızgınım o kadar kızgınım ki.. düşmüşüz yerden kalkamamışlığımıza …
Aşığım sana hala köpek gibi … ve aşıksın bana hala biliyorum köpek gibi …

2001-2008
Bir hayal kurdum bu gece. Omuzundaydı tebessümlerim. Kokusunu içime çektiğim adam dünyasında boğulduğum adam ızdırabımın da mutluluğumu da bağladığım adam geliyordu , o koca adam direnişini bırakıp teslim oluyordu işte.
Sarıldı bana sımsıkı hemde elinden kaçmaya çalışırmış gibi. Tuttu ellerimi yağmur yağarken ve korudu kahraman misali beni. Çaktırmadım ama hissettim saçlarımın kokusunu içine çekti. Sevdi beni kimsenin sevmeyeceği gibi. Öptü can yakar, can verir, can alır gibi. Enkaza çevirdi, yarattı viran yerinden parçalarımı toplayarak. Acımadı , acıtmadı. Yandı yaktı. Can alacak gibi baktı incitmekten de korkar gibi. İki ucu aynı anda yaşar gibi. Kendimizden korkar ama yine de yanmaya hevesliyiz be sevgili.

Bu da öylesine benden..

Eylülde Son Tango

Bazen zor olur eskileri atmak , anıları satmak bi nevi zamana. Zaman öyle tok bir alıcıdır ki bekler ucuza kapatsın diye güzel hatıraları.
Her şeye ilaç derler büyüklerimiz, faydası oluyor der sığınanlar, yan etkileri kalmıştır oysa, kalmaktadır ve reçetesinde kaç kişiyi öldürdüğü yazmaz, çoğu zaman faydası da olmaz eskileri atmaya. Eskiler bazen zamanı zehirler bilirim. Güzel hatıralar zaten kolay ölürler.Kötüler de bekler bir nevi gardiyan gibi kapının dibinde. Çıkmaya hazırdır yerinden en ufak bir misillemede . Zaman onları sallamaz nedense. Onlara yol verir geçin der çünkü bilir ki acı hatıralar güzelleri ezer geçer yardımcı olurlar ona. Sinsiler. Acımasız olan zaman mı insan mı ? Bu kadar unutmaya meyilli olup , hatırlamaya hevesli ?
Zaman sanırım yanı başımızda acılardan emekli, biziz onu böyle öldüresiye hırpalayan, yalnızca bizleriz güzellikleri öldürmeye aşina olan, oysa yaşatabilsek güzelleri bu heves şekil değiştirse, ayın karanlık yüzü aydınlansa, yani görebilsek koşturduğumuz kırları. İnat ediyoruz salıncaktan düştüğümüzde yanan canımızı hatırlamaya, ilk öpücüğü değil ilk terkedilişi anımsamaya, zaman yalnızca gözümüze bakıyor yalan söylemeyelim diye.
Hevesliyiz canımızı yakmaya, ruhumuzu kanatmaya . melodramatik bir yapıya bürünmeye . Hazırız gözlerden incileri düşürmeye. hiç hevesli değiliz ama gülmeye eğlenmeye. Birinin yanında ısındığımız değil de üşüdüğümüz anları hatırlamaya . Mutlu insan var mıdır ? sanki bıçağımızı arıyoruz içimizi deşelim diye.
İşte becerdim, deştim tüm anıları, acıları akıttım, zehirledim tüm akarsuları, inciler düşürdüm, artık ne ot yeşerir ne çiçek, yağmur olup yağacak bu zehirlenmiş deniz, acılarla boğacak topraklarınızı.
hadi bakalım durdun ya ak zaman şimdi devam et çözdük ki gizemini bu açtığın sahte kollarının.
hadi küstür beni yeni sevgilime, ağlat öldürdüklerime, dene, bir daha kavra belimden, canımı acıt becerebiliyorsan özür dile, ya da tekrar dene, korkusu yok akrebin yelkovandan artık, istiyorsan koşmaya çalış geçebiliyorsan önüme.
söz bitti. zaman bizimdir.

Eyvallah



İçimdeki
periler
Bana sus diyorlar.
Kan ağlıyorum.
Bana konuş diyorlar
anlamları kaybediyorum.
Bana yaz diyorlar.
kırılıyor kalemim.
Bana yaşa diyorlar.
Çekiliyor şevkim
Bana gül diyorlar
Kaçıveriyor gülüşlerim.
Bana sev diyorlar.
Sevmiyor ki sevdiğim
Bana büyü diyorlar ..
Eyvallah'ı çekerim.



Maldoror'un Şarkıları

Odi profanum vulgus et arceo; insan sürüsünden nefret ediyorum ve uzak duruyorum. Sanırım bunu yaparken kendimin de bir insan olduğunu unutuyorum. Ama sevilecek gibi değilsiniz, içinizde yaşamak büyük bir işkence. Sevgisiz biriyim. Anlatım bozukluğu yapıyorum, umursamıyorum. Sizi de umursamıyorum galiba, emin değilim. Beni kendinizce kırpıp biçiyorsunuz, fark etmiyor musunuz; canımı yakıyorsunuz.

"İnsanın alışamayacağı bir durum yoktur, eninde sonunda her şeye alışır" der Meursault'un annesi (Albert Camus/Yabancı), ben de alıştım sonuç vermeyen şekillendirme çabalarınıza. Ben böyleyim ve sizden beni sevmenizi, aranıza katmanızı beklemiyorum. Midem bulanıyor. Sizden nefret etmek için tonlarca "şey" bulabilirim fakat bununla zaman harcamıyorum. E, ben sizden zaten nefret ediyorum. Öyle bir nefret ki bu alaya dönüşüyor kısa süre içinde, kendime zarar vermiyorum. Farklı dillerden konuşuyoruz ve hiçbir zaman anlaşamayacağız.
Hayır; benimki bir ergenlik bunalımı değil. Sonsuza dek beraberimde taşıyacağım bir hastalık bu, hastalıklıyım ben. Tüketirken tükendiğinizi, insani niteliklerinizi yitirdiğinizin farkına ne zaman varacaksınız acaba? Ama zamanınız yok, biliyorum. Dostlarınızı parçalamanız gerek, henüz parçalanma zamanı gelmemiş olan dostlarınızla. Kokuşmuşluğunuzu da peşiniz sıra sürükleseniz yanımdan uzaklaşırken, çok sevineceğim. Amacınız beni sevindirmek değil zıttıdır, bilirim.

Yasalarla ilgilenmiyorum, tek sorunum güçlü vicdanım. Öldürdüğüm bir adamın kâbuslarıma konuk olacağından korkmaktayım. Bu aptal vicdanı da aşabilirsem eğer, beliriveririm kapınızın önünde; baltayla, bıçakla, testereyle… Hayal gücüm gayet geniştir, pek çok şey yapabiliriz beraberce. Sırayla; önce ben sizi bağlarım güzel ellerimle, fakat ölü olursunuz sıra size gelince. Öncelikli olan benim, dünya benim etrafımda dönüyor. Tiksindiricidir bencilliğim, en az sizin ikiyüzlülüğünüz kadar. Bilmiyorum, bu dünyaya beni bağlayan ne var? Başka bir dünya olmadığı bilinci olabilir, düşünmek istemiyorum. Beni takdir etmeniz, iltifatlara boğmanız, pohpohlamanızdır en büyük korkum. Lütfen, size yalvarıyorum, kötü insanlar; benden uzak durun.

"Kasırgaların kız kardeşi fırtınalar; güzelliğini kabul etmediğim mavi gökkubbe; yüreğimin imgesi ikiyüzlü deniz; bağrı gizemli dünya; öteki gezegenlerin halkları; bütün evren; onu cömertçe yaratan tanrı, sana yakarıyorum: iyi bir insan göster bana!.. lütfun on katına çıkarsın doğal güçlerimi; çünkü, bu canavarı görünce şaşkınlıktan ölebilirim: daha azı için bile ölünebilir."

Çiğdem Talu - Melih Kibar




Biri 36 yaşında bir İngilizce öğretmeniydi.
Diğeri 24 yaşında bir kimya mühendisi..
Apayrı dünyalardan bu iki insanı buluşturan şey, müzik oldu.
Çiğdem söz yazıyordu. Melih besteciydi.
Tanıştıkları gün birlikte çalışmaya başladılar. Zamanla birbirleri için söz yazar, beste yapar oldular. Beraberlikleri tam 8 sene 3 gün sürdü.
Bu süre içinde 270 şarkıya ortak imza attılar. 100 ü aşkın besteleri listelerde bir numara oldu.
Çiğdem Talu - Melih Kibar aşkından geriye, dinleyen herkesin belleğine, yüreğine işlemiş birbirinden güzel aşk şarkıları kaldı.


Her şey Eurovision şarkı yarışmasıyla başladı.
Türkiye ilk günden bir çılgınlık halini alacak bu yarışmaya ilk kez 1975 yılında katılacaktı. Türkiyeyi temsil edecek eseri belirlemek için aylar öncesinden seçmeler yapıldı.
Bu seçmelerin sinyal müziğini ise Boğaziçi Üniversitesinde kimya mühendisliği okuyan 24 yaşındaki bir genç yaptı. Ne yazdığı bestenin ne de o bestenin kendisine, hem iş hayatına hem aşk hayatında yepyeni bir devrin kapısını açacağının..


Melih Kibar
"Çoban Yıldızı"nı yaptığım o sıralarda Boğaziçinde finallerim vardı, Ankaraya gidememiştim. Timur Selçuk yapmıştı orkestrasyonu.. 45 saniyedir onun süresi.. Evde televizyon seyrediyorum, sinyal müziği yayınlanmaya başladı, ben 45 saniye sonra oturduğum koltuktan kalkmışım, o 45 saniye boyunca çapraz olarak salonu geçmişim, televizyonun dibinde oturmuş aval aval bakıp ağlıyordum, "Bunu ben mi yaptım?" diye.


Sinyal müziğinden sonra sahneye çıkan Yeliz in "Hayalimdeki Adam" şarkısının söz yazarı Çiğdem Talu ydu.

Ne zaman yalnız kalsam
Hayalimdeki adam
Sanki gerçekmiş gibi bulur beni
Ne söylesem anlatsam
Hayalimdeki adam
Anlar hemen halimi dinler beni

Dur gitme kimbilir belki de
Sendin hayalimde yaşattığım kimse
Dur söyle sen miydin benimle
Dolaşan elele ufuksuz düşlerde
Bir gülsem bir ağlasam
Hayalimdeki adam
Çok yakın bir dost gibi anlar beni
Bir gün gelir rastlarsam
Hayalimdeki adam
Görünce gözlerimi tanır beni

Dur dinle belki hep gerçekte
İnanmam bir kere söylemem kimseye
Dur bekle dön bak gözlerime
İnsan sevinince ağlarmış gizlice


Sonra yarışan iki şarkının sözlerinin altında da onun imzası vardı.
Aslında ilginç bir şekilde müzikle de, şiirle de fazla ilgisi yoktu.
Işık Lisesinde İngilizce öğretmenliği yapıyordu.
Ama edebiyatçı bir aileden geliyordu.
Büyük dedesi ünlü romancı Recaizade Ekrem di. İstanbulda edebiyatçı bir ailenin içine doğduğu halde edebiyata merak salmamış, Avnavutköy Amerikan Kız Koleji ni bitirdikten sonra Avrupa da filoloji eğitimi görmüştü.
Her sene okulun güzellik kraliçesi seçilirdi.
Yine bir edebiyatçı olan Selahattin Hilav la evlenmiş, kızı Zeynep in doğumundan bir süre sonra boşanmıştı.
34 yaşına kadar uzak durmuştu şiirden..
Taa ki 1973 yılında bir arkadaşı şarki sözü yazmasını teklif edene kadar..
İşte bu hobi, onu bir anda müzik dünyasının içine sokmuştu.
Ne bulursa onu dinliyordu.
O dönem pikabının üzerinden hiç eksik etmediği plak "Çoban Yıldızı"ydi. Ama ön yüzü değil, arka yüzü..
Plağın arka yüzünde Melih Kibar ın ferahnak makamında, "Ferahnak" adlı bir bestesi vardı. Öyle sevmişti ki parçayı dinledikçe bağlanmış ve bestecisiyle tanışmayı arzulamıştı.
Bu arzusunu Timur Selçuk a söyledi. O, bestecinin hocasıydı. İkiliyi buluşturmaya söz verdi.
Ve beklenen buluşma, 25 Mayıs 1975 gecesi, Küçük Bebek sırtlarındaki Cevat Bey Köşkü nde gerçekleşti : >

Melih Kibar
Ben Kadiköy tarafında oturuyordum. Bir gece yarısı Mustafa Oğuz bana geldi, dedi ki " Marmaris te bir festival var, o festivalin açılış müziğinin yapılması gerekiyor, Çiğdem le yapacağız, hadi gel gidelim." Kalktık gittik. Çiğdem in evine geldiğimizde saat 3 ü çeyrek geçiyordu. Baktım Çİğdem Talu karşımda ve ben görür görmez vuruldum, kesinlikle çok özel bir insandı. Gecenin o saatinde çok sıcak bir ev sahibiydi. 25 Mayıs ı 26 Mayıs a bağlayan sabah saat 3 ü çeyrek geçe, biz Çiğdem Talu yla buluşmuş olduk ve tabii o zaman hiçbirimiz bilmiyorduk, 8 sene 3 gün sürecek bir yolculuğa çıktığımızı..

Çiğdem Melih i piyano odasına götürdü, kenardaki pikabın üzerinde sürekli çaldığı Ferahnak plağı vardı.
"Sizin yaşınızda bir insan, böyle bir besteyi nasıl yapar? dedi.
Karşılıklı iltifatlardan sonra, Marmariste yapılacak festival konusuna geçildi. Melih ten bir beste istiyorlardı.
Çiğdem söz olarak bir şeyler karalamıştı.
Yazdıklarını orada temize çekip Melih e verdi. Altına da o günün tarihini yazdı. Melih Kibar, tanıştıkları saatte kaleme alınmış o yazıyı, bugün hala çerçeve içinde, evinin başköşesinde saklıyor.

Melih Kibar
İlk görüşte aşk olmadı. Öyle bir şey aklımın ucundan bile geçmedi. Ama ben Çiğdem i ilk gördüğüm anda bayıldım. Olağanüstü bir insandı. Hatta içimden Timur a hafif hafif kızmıştım, bizi bir araya getirmekte gecikmiş olmasına hayıflandığımı hatırlıyorum orada otururken.. Sabaha karşı çok güzel ev sahipliği yaptı. Çok güzel çay yapıyordu, ben de bir çay tiryakisi olduğum için o çayın tadını hatırlıyorum halal Çiğdem o gün benim çayı limonlu içtiğimi öğrendi ve hep bana limonlu çay verdi ondan sonra.

Tanışmalarına vesile olan Marmaris festivali yapılamadı, ama onlar ortak çalışmaya başladılar. Artık sık sık görüşüyorlardı. Genç besteci, yaptığı besteleri Çiğdem e dinletmek için sabırsızlanıyor ve elinde notalarla Köşk e koşuyordu.
Heyecan içindeydi.

Melih Kibar
Bayılıyordum, çünkü çok eğlenceli bir insandı. Çiğdem için kullanabileceğim en büyük ifade " Herhalde bir tür kadın peygamber olsaydı Çİğdem olurdu " diye düşünüyorum. Bana " Senin başka parçaların yok mu ? " dedi " var " dedim. İşte öyle bir şey i yapmıştım onu çaldım. " Harika " dedi. Ufak bir teybi vardı, ona kaydetti. Ne yapacak diye baktım, " Üstüne söz yazacağım bunun " dedi. 1 gün sonra sözleri yazmıştı. Ertesi akşamüzeri uğradığımda, İşte öyle bir şey in sözlerini gördüm inanamadım.

Seni düşündüm dün akşam yine,
Sonsuz bir umut doldu içime,
Bir de kendimi düşündüm sonra
Bir garip duygu çöktü omzuma...


Melih Kibar
Sözler müziğin üstüne cuk oturdu derler ya, tam milimetrik oturmuştu her şeyiyle, güzel bir Türkçe, güzel bir anlatım, güzel bir konu. Ve şunun farkına vardım: Ben o besteyi neden yaptığımı hiçbir zaman bilmeden yapmış olmama rağmen, eğer ben söz yazmış olsaydım aynen o sözleri yazardım.

Yıllar sürecek verimli bir işbirliğinin harcının atıldığı andı o an..
İşte ortak dili bulmuşlar, uyumu sağlamışlardı.

Melih Kibar
Yavaş yavaş çevrede tepki başladı, onu hatırlıyorum: "Haa, bu genç, Çİğdem Talu nun sevgilisi mi olacak nedir? " bakışlarıyla karşılaşıyordum, ama toydum. Duygusal ilişki halen başlamamıştı. Ama Çiğdem in neden benden 12 yaş büyük olduğuna yavaş yavaş üzülmeye başlamıştım.

1976 nın Ağustos ayında "İşte Öyle Bir Şey" in 45 liği çıktı piyasaya.
Bu, ikilinin ilk plağıydı.
Plak çıktığında herkesten çok Melih Kibar şaşırmıştı.

Melih Kibar
İzmir e gidiyordum, gemi telefonundan ulaşılabiliyordu, o zaman cep telefonu yok, babam da Denizcilik Bankası nda çalıştığı için personeli tanıyor, " Telefon var " dediler. Çiğdem. " Hadi hayırlısı olsun " dedi. Plağın çıktığını ben gemi telefonundan öğrendim. Döndükten sonra kapağı gördüm. O, anlatılmaz bir duygu.

Erol Evgin in seslendirdiği "işte öyle bir şey" , çıktığı andan itibaren büyük ilgi gördü ve her yerde çalınmaya başladı. Müzik dergilerinin listelerinde bir numaraya oturdu.
İşin ilginci, plağın arkasındaki Kibar-Talu şarkısı olan "Sevdan Olmasa" da aynı anda patladı.

Bende bu cehennem gibi yürek olmasa
Bende deli rüzgar gibi hasret olmasa
Bir de cana can katan o sevdan olmasa
Ah bu hayat çekilmez


Çiğdem Talu bunun heyecanıyla o yaz Hey dergisine süpriz kararını açıkladı: " Artık yabancı şarkılara Türkçe söz yazmayacak " tı.
Haberin altındaki spotta daha da önemli bir karar duyuruluyordu:
Bundan sonraki çalışmalarını tamamen besteye yönelten Çiğdem, Eurovision75 in sinyal müziğini yaratan Melih Kibarla iş birliği yapıyor.

Artık ayrılmaz ikili haline gelen Melih Kibar ve Çiğdem Talu, o yaz, zafer sarhoşluğu içinde Polonya nın Sopot kentinde yapılacak müzik festivaline gittiler.

Melih Kibar
Bizim Çiğdem le esas yakınlaşmamız galiba bu festivalde oldu. Yani normal ilişkilerde söylenen lafları birbirimize etmeye başladığımız yerdir Sopot. Ondan sonra artık kartlar açık oynanmaya başlandı, ama hep bunun dışarı yansımasını engelledik biz. Çünkü bunu insanların salt kadın-erkek beraberliği olarak yorumlamaya eğilimli olmaları bizim içimizi acıtıyordu, çünkü dışardan bakınca " Koca kadın gencecik-bugünkü tabiriyle çıtır- sevgilisi mi var? " diyecekler, böyle şeylerden Çiğdem de çok korkardı, bana da ters geliyordu.

Döndüklerinde artık besteci ve söz yazarı olmanın ötesinde iki sevgiliydiler.
Ama aralarındaki yaş farkı, ikisinin de kafasında soru işareti yaratıyordu.

Melih Kibar
Sanki bir senaryo yazılmıştı ve biz o senaryoyu oynuyorduk. Çiğdem in etrafa karşı sorumluluklarında yanlış resim, imaj verme korkusu, benim de " Hay Allah bak benden 12 yaş büyük " kaygısı kafamda yer etmişti. Ben o sene Boğaziçi Üniversitesini bitirdim, arkadaşlarımızla bir kutlama gecemiz vardı. O, hayatımda tek kırıldığım andır. Çiğdem in beni artık iyice sahiplendiği dönemlerdi. Ben değil ama Çiğdem çok sahiplendi, ben kendimde o hakkı görüyor muydum, görmüyor muydum, yani neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmiyordum. Bir aleme girmiştim, herkes bana "besteci" diyor, "bravo" diyorlar, ödüller veriyorlar, yurtdışında festivallere götürüyorlar, ben ne olduğumu anlamadım. Kimya mühendisliğini mi yapacağım, bestecilik mi yapacağım ? Çiğdem " Herkes kimya mühendisi olabilir, ama besteci olamaz " gibi laflar ediyordu. O mezuniyet gecesi, benim 8 yıl 3 gün içinde Çiğdem e kırıldığım tek, yarım saat - 45 dakikadır.
Bana ilk ve son kez kadınlık kaprisi yaptı: O gece biz arkadaşlarımızla kızlı erkekli buluşacağız, ama hiç kimse sevgilisini, nişanlısını, eşini, dostunu getirmeyecek, tek tek sınıf olarak buluşacaktık. "Hayır ben de geleceğim" dedi Çiğdem.. "Ama Çiğdemciğim böyle böyle.." Çiğdem in her zaman çok müşfik ve anlayışlı yaklaşımları olduğu için bunu anlamamasına önce hayretle, sonra kızgınlıkla baktım,"Tamam peki gitmiyorum" dedim. Böyle boynumu büküp oturmuştum, sonra "Haydi gidiyorsun." deyip göndermişti, ama Çiğdem e kırıldığım tek an budur, bunun dışında başka bir şey yoktur.


Bu kaygıların eşlik ettiği bir yakınlaşma sürerken mecburi bir ayrılık geldi, kapıya dayandı.
Melih Kibar kimya mühendisliği yüksek lisansı yapmak üzere İngiltereye gidiyordu. Türkiyede besteleri listeleri sallarken o, 4 ekim günü babasıyla bir uçağa atlayıp Londra ya uçtu. Ve gittiği gece, bir fırtınaya yakalandı:

Melih Kibar
Müthiş bir fırtına vardı, tarifi mümkün değil, okyanus fırtınası. Kopuyor ortalık. Moralim bozuldu, babama da bir şey söyleyemiyorum. Sonra odadan çıktım. " Baba.. ben bir etrafa bakayım " dedim. Karanlık koridorda güm diye bir şeye çarptım. Baktım bir piyano. Otomatikman elim kapağa gitti, kapağı da açık. Oturdum, piyanoma gene anlatmam lazım, piyanoca bir şey. O korkumu kompanse etmem gerekiyor, anlattığım zaman çıkıyor ortaya. Çok hoşuma gitti, koşarak odama gittim, odamı zar zor buldum. Daha yeni gelmiştim, bavulu açtım bir kayıt cihazı aldım, kasete o parçayı çektim.

Melih Kibar çaldığı besteyi babasıyla İstanbul a, Çiğdem Talu ya gönderdi. Çiğdem, nasıl ve hangi koşullarda bestelendiğini bilmediği bu melodinin üzerine bir söz yazdı ve Londra ya Melih e postaladı.

Melih Kibar
Çiğdem gene o her zamanki üslübuyla "seni gidi seni, gece neler yapmışsın, gene çıldırttın beni." dedi. Ama bilmiyor o parçanın neden yapıldığını, "ekte sözleri bulacaksın inşallah unutmazsın" diye, pembe iki sayfalık bir mektuptu, pembe bir zarfta gelmişti. Nerede olduğumu bile hatırlıyorum odada. Birinci sayfayı öteki kağıdın altına alıp sözlerle bakıp da başlığı görünce, ben duvara tutundum. "İçimdeki Fırtına"ydı şarkının adı...
Gün ağarırken
Tek başıma oturmuşsam
Henüz daha gözlerimi
Bir an bile yummamışsam
Sen yoksan yine
Bense yorgun ve yalnızsam
Hele bir de..
Bir de canım
Hasretine kapılmışsam
Ve gözümde tütüyorsan
Buram buram..
İşte o an bir fırtına kopar
Sanki o an yer yerinden oynar
Hoyrat bir rüzgar eserken
Sallanan gemi misali
Sallanır durur içimde dünya



Melih Kibar
Çiğdem Talu - Melih Kibar bir tesadüf değil. "İçimdeki Fırtına" da bir tesadüf değil. Bu müthiş bir şeydir. Ondan sonra Çiğdem e telefon açtım, 8 saat 40 dakika bekledim telefonun başında, "Çiğdem" ... dedim."sen bu parçayı neden yaptığımı biliyor musun ?" Ağladık telefonda ondan sonra karşılıklı.. Bu, başka bir şeydir.. Allah insanlara bunu yaşatmalı; bu, çok özel bir şey. Ondan sonra herkes Çiğdem Talu - Melih Kibar olarak bizi görmeye başladı, Çiğdem dendiği zaman Melih, Melih dendiği zaman Çiğdem dik biz...

Melih Kibar ın yüksek lisans eğitimi için İngiltereye gitmesiyle yaratıcı ikili ayrı düştü.
Çiğdem Talu, bu ayrılığı, imkanlarını zorlayarak yaptığı Londra ziyaretleriyle telafiye çalıştı.
Birlikte Galler i gezdiler. Müzikaller seyrettiler.
Melih Kibar ın deyimiyle, "Artık aşk aşktı ve aşk yaşanmaya başlamıştı".
Çiğdem, Türkiye deki plak gelirlerinden Melih in payına düşen miktara, kendi payını da ekleyip, ona katkıda bulunuyordu.
Bir yandan da kendilerine ve plaklarına ilişkin basına yansıyan haberleri yeşil bir deftere yapıştırıyor, üzerlerine sevimli notlar ekleyip İngiltereye yolluyordu.
O haberlerden birinde, Çiğdem Talu ile birliklerini sürdüren Melih Kibar ın "tatil için" İngiltereye gittiği duyuruluyordu.
Çiğdem haberin altına şu notu düşmüştü :
Melih Bey, Melih Bey, bizim burada canımız çıkarken master dalgasıyla İngiltere ye tatile gitmek de ne demek oluyor ?
Bir başka not ise şöyleydi :
Yaa İşte böyle Melihciğim: İlk plağımız 1 numara oldu.
Melih Kibar, aralarındaki aşkla ilgili basına sızan ilk haberleri de bu defterden okudu :
Melih Kibar ın kendi İngiltere de kalbi Çiğdem de.
Habere göre ikili ayrı düşse de çalışmalarına "bantlaşma" yoluyla devam ediyordu. Ve yeni plaklar, yeni başarılar getiriyordu.
İşte bir başka not :
Çiğdem Talu, sevgili bestecisine kıvançla sunar: 2. plağımız..

Melih Kibar
Müthiş bir moral takviyesi yapardı, dikkat edersen o notlara, hepsinde bir şirinlik, bir "hadi koçum" var.

Çiğdem Talu o günlerde bir televizyon programında milyonların önünde şu sözü söyledi :
Hayatımı milattan önce, milattan sonra gibi, Melih ten önce, Melih ten sonra diye ikiye ayırıyorum.
İki sevgili, 1976 sonunda İstanbul da buluştular ve 1977 i Tarabyadaki bir restoranda birlikte karşıladılar.
O yılbaşı gecesi çekilen bir fotoğrafın arkasına Melih Kibar şöyle yazmıştı:
İlk defa birlikte girdiğimiz bir sene bu 1977 yılı.. Ne güzel di mi ? 365 günün de bu geceki gibi mutlu ve güzel geçmesi, yani "HEP BÖYLE OLMASI" dileğiyle... Melih
Bir hafta sonu 8 ocak 1977 de "işte böyle bir şey", Altın Kelebek yarışmasında "yılın şarkısı" olarak ödül aldı. Erol Evgin de "yılın sanatçısı" seçilmişti.
Çiğdem Talu, Melih Kibar ve Erol Evgin bu zaferi yine aynı restoranda kutladılar. Bu kez fotoğrafın arkasını üçü birden imzaladı.
Çiğdem Talu "ilk plağımız.. ilk ödülümüz.. ve birbirimize duyduğumuz inancın en güzel kanıtı.." diye yazdı. Melih Kibar ise aynısını tekrarladı ve altına "başka ne yapabilirim ki Melih Kibar olarak ?.. " notunu düştü.
10 gün sonra, bir Çiğdem Talu - Melih Kibar çalışması olan " Bunlar da geçer " listelerde 1 numaraya oturdu.
İki ay sonra yine unutulmaz bir şarkıları doğdu:
" Bir De Bana Sor "

Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor
Nerde nasıl yaşarım bir de bana sor
Evlerin ışıkları bir bir yanarken
Bendeki karanlığı gel de bana sor


Artık zirvede tektiler.
Her şarkıları dillere, gönüllere yerleşiyordu.
Çiğdem Talu nun yaşgününü 31 Ekim 1977 de İlhan İrem ve Erol Evgin le birlikte kutladılar. 3 erkek müzisyen Çiğdem e bi de mani yazmışlardı.
Çiğdem, Çiğdem, çiçeklerin en güzelisin sen\ bilmem ki bundan başka sana neler söylesem\ şarkılara can veren\ ilham meleğimizsin sen..
Çiğdem Talu, o gece, doğum gününün şerefine, en güzel şarkı sözlerinden birini yazdı.
"Her şey seninle güzel\ olmayacak düşlerin, peşinde koşmak bile.." diyordu. Belki de " olmayacak " dediği düş, genç aşkına olan düşkünlüğüydü.

Her şey seninle güzel
Yolda yürümek bile
Olmayacak düşlerin
Peşinde koşmak bile
Her şey seninle güzel
Bu toprak , bu taş bile
İçimdeki bu korku,
Gözümdeki yaş bile.


Melih Kibar
Benim sonradan duyup da bizle özdeşleştirdiğim ruh eşiydik biz Çiğdemle.. Yani garip bir beraberlik, garip bir sinerji vardı. İnanılmayacak bir sinerjiydi, ama ben tabii bunu yıllar geçtikten sonra anladım. Herhalde Çiğdem de kendi penceresinden her şeyi çok iyi değerlendiriyordu. Yani Çiğdem de duygusal yaklaşımlarını aleni bir şekilde hiçbir zaman ortaya koymadı, yani çok net olarak birbirimizle bunları konuşarak " canım aşkım birtanem " gibi terminolojilerle yaşamadık, zaten yaşanacak bir ortamda değildik, çünkü Çiğdem in evinde annesi vardı. Allah rahmet eylesin, Haslet teyze vardı, kızı vardı, düzgün bir okul öğretmeniydi. Çok mazbut bir hayatı vardı Çiğdem in .. İnsanlar Çiğdem i eleştirdiler, Çiğdem e karşı eleştiriler gelmeye başladı. " kendinden 12 yaş küçük biriyle böyle bir ilişki yaşıyor " diye; ama o ilişkinin ne demek olduğunu, ne anlama geldiğini ben bile yıllar geçtikten sonra anlayabildim.

Öyle çok sevdim ki seni
Öyle çok ki anlatamam
Bir tek yıla sığdı her şey
Bir tek yıla tüm bir yaşam..


Melih Kibar Çiğdem Talu ilişkisi bir yılı devirmişti. O bir yılı da ayrı geçirmişlerdi. Şarkılarda süren bir aşktı onlarınki..
Melih Kibar 1978 de döndüğünde, yeni bir sevdadaydı.
Ayrılık kapıya dayanmıştı.

Melih Kibar
12 yaş fark benim için engelleyici bir faktördü. Çiğdem de frenleri bırakamıyordu, çevrenin tepkilerinden dolayı.. Son derece saraylı bir aileden, Osmanlı terbiyesi almış bir aileden geliyor. Hani birdenbire kızlarının kendinden 12 yaş küçük bir adamla beraber olmasını yadırgayabilirlerdi..Ondan sonra biz Çiğdem le konuştuk ve biz artık dost olduk, aşk denilen şeyi bir yere koyduk, güzel kılıflara kaldırdık, yüklüğün en üstünde güzel bir yere kaldırmayı becerdik, ondan sonra birbirinden hiç ayrılmaz dost olarak sürdürdük hayatımızı..

Birlikte üretmeyi sürdüreceklerdi.
Sırada bir müzikal vardı.
Haldun Dormen in önerisiyle, yurtdışında en başarılı örneklerini izledikleri müzikallerden birini Türkiye de gerçekleştirmek için kolları sıvadılar ;

Melih Kibar
Bir gün öğleden sonra Çiğdem in evine geldim. "Bak bakalım piyanonun üstünde ne göreceksin" dedi. O günlerde söz beklediğim bir parça da yok. Gittim baktım "Hisseli Harikalar Kumpanyası" diye bir şey yazıyor. " bu nedir? " dedim, "müzikalimizin adı" dedi. "E, bu ne olacak şimdi ?" dedim. Şarkı sözü yazıyor, "Hisseli Harikalar Kumpanyası\ açıyor perdesini açıyor" diye hatırlarsanız. Dedim ki " Siz ikiniz de kafayı yemişsiniz, bu söz bestelenmez." Çünkü biz hep alışığız ya, önce ben beste yapıyorum, sonra Çiğdem sözleri yazıyor. E müzikalde konu olduğu için önce sözler yazılacak ki ben onları besteleyeceğim. " Canım, Canım, sen bestelersin " dedi. Gene o her zamanki destek, " hayatta olmaz, aç o Haldun abi ye telefonu, besteciyi değiştirin, bu sözlere ben beste yapamam. " dedim. " canım " dedi, ağzımdan girdi burnumdan çıktı, "iyi bakalım sen git salona" dedim. Oturdum, onun yanında besteledim..

Hisseli Harikalar Kumpanyası beklenmediği kadar büyük ilgi gördü. 400 kez perde açtı. Turnelere çıktı.
O dönem kimsenin pek dikkatini çekmedi, ama Melih Kibar ın o müzikal için bestelediği, sonradan altın plak alacak bir şarkıya Çiğdem Talu nun yazdığı sözlerde bir veda hüznü gizliydi.

Sen başkalarına benzeme sakın
Hep böyle kal, hep cana yakın
Hep böyle kal, hep böyle kal, hep bana yakın..


Melih Kibar
Bir gün telefonu açtı. " Melih.. Ben bir doktora gittim." dedi. "niye gittin?" dedim. " Göğsümde bir şey elime gelmişti, gittim " dedi. Doktor da " süt bezesi " demiş. Olay bittikten sonra bana bunu anlatıyor. 8 ay önce gitmiş doktora meğer. Aradan 3 ay geçmiş, tekrar gitmiş Çiğdem.. Önce bunları anlattı bana. Doktor " Çiğdemciğim, sen amma evhamlı oldun. " demiş. Sonra aradan 5 ay daha toplam 8 ay geçmiş o ilk gidişinin üzerinden.. Doktor " Bir bakalım " diyor. O gün beni arıyor, " Ben kansermişim. " dedi. Ben Çiğdem e bir tür Tanrı gözüyle bakıyordum. Öyle bir mertebede bakıyordum ki, " Nasıl olsa her şeyin üstesinden gelebilir, kanser de neymiş " diyordum. Ondan sonra iş ciddiye bindi, ama ben hep olayı şaka olarak gördüm, yani ciddiyetini anlamamaya çalıştım. Kendimi bu işin ciddiyetinden uzak tutmaya çalıştım. Çünkü Çiğdem le kanseri ben hiçbir zaman bir arada düşünemiyorum. Ondan sonra Çiğdem tedavisi için İngiltere ye gidip gelmeye başladı.

1980 ler başlamıştı.
Şimdi Çiğdem Talu, kanser tedavisi için Londraya gidip geliyordu. Orada olduğu aylarda, kendisini bir masal ülkesinde hissettiğine, bütün otel personeliyle dost olduğuna dair, yine neşeli kartlar yolluyordu Türkiye ye ...

Melih Kibar
Neşesinden hiçbir şey kaybetmedi. Çiğdem aynı Çiğdem di, sadece kanserli Çiğdem di. Kanserle Çiğdem beraber yaşıyordu. Ben dedim ki " Zaten bu moralle üstesinden gelir. "

Ancak bu neşeli görüntünün altında derin bir hüzün saklıydı.
Bu hüzün Türkiyeye gönderilen kartlara yansımasa da, o dönem yazdığı şarkı sözlerinden açık seçik okunuyordu.
Melih Kibar ın deyimiyle, "hayatında en severek yazdığı şarkı sözü" nü o dönem kaleme aldı. Olgunluk dönemi şarkısı " Çınar " ın satır aralarında sitem vardı.

Serde delikanlılık, gençlik var koca çınar
sevda var, sen sevdanı çiğneyip geçer misin
öte yanda gurur var ölesiye gurur var
seni unutanları
sen olsan sever misin


Melih Kibar
Ben Çiğdem in öleceğini hiçbir zaman düşünmedim. Hiçbir zaman aklıma getirmedim. Kemoterapi onu çok sarsmıştı. Ama hala gülüyordu, biraz kilo almaya başladı, peruk takmaya başladı saçlarının döküldüğü dönemlerde.. Ondan sonra İngiltere de tabii para yiyen bir operasyondu. Çok fazla şarkı üretecek zamanımız olmamaya başladı, ama hala yazıyordu bir şeyler, yaratıyorduk. Sonunda ben Çiğdem in kötü olduğuna dair haberlerden kaçmaya başladım. - Bu aptalca gelebilir, bunu benim zayıflığım olarak görüyorum. - Çiğdem çok fazla değişmeye başladı, artık fiziksel olarak dışardan gözükmeye başladı. Metastaz bütün vücutta başladı, gözünü kaybetmeye doğru geldi.

İşte bu aşamada, Çiğdem Talu nun pop müzik dünyasındaki dostları, artan masrafları karşılamak ve kansere karşı mücadelesinde ona destek vermek için bir yardım konserinde bir araya geldiler.
28 Mart 1983 günü Şan Tiyatrosunda gerçekleşen " Çiğdem Talu ya Selam " konserinde dönemin bütün starları sahne aldı.
Tabii aralarında "sevgili bestecisi" Melih Kibar da vardı. Bütün şarkılara o piyanosuyla eşlik etti. Ve Çiğdem, bu konsere, hasta yatağından canlı telefon bağlantısıyla katıldı.
Ne yazık ki, geç teşhis hatasını, destek konserleri telafi edemeyecekti.

Melih Kibar
Döndü. Çiğdem i görmeye gidemiyorum. Ortak dostlarımız, en yakınlarımız bana, " Ne olur Melih görme " diyorlardı. Çiğdem in konuşması telefonda değişmeye başlamıştı. Tuhaf bir şey 25 Mayıs ta tanışmıştık, 25 Mayıs ta görmeye gittim ben. Konuştuk, benim sesimi duyuyor, bana cevap veriyordu, ama başka bir canlıyla, başka bir şeyle konuşuyordum, ama neyle konuşuyordum bilmiyordum. Ve 28 Mayıs ta kaybettik...
Yaşam dolu, beni de hayata bağlayan, çevresindeki herkesi hayata bağlayan, hiç kimseyi kırmayan bir insan... Erken öldü, çok erken öldü, ama o 90 yaşında da olsaydı herhalde gene bir efsane olarak hep hayatta kalacaktı.


Basın, Çiğdem Talu nun ölüm haberini " Şarkılar öksüz kaldı. " diye verdi.
Bebek Camii ndeki cenazesinde, sevenlerinin yakasındaki fotoğrafında, bu kez hüzünle bakıyordu.

Melih Kibar
Sonra çıktık.. Sevgili Oskay Aktürk ün bir vosvosu vardı, ona binip Aşiyan Mezarlığı na gittik. Hiç ağlamadım ben. Yani Çiğdem in ölümünü duyduğumda da ağlamadım, camide ağlamadım, evde yalnızken de ağlamadım, ama o volkswagenin içinde tam 4 dakika ağladım. O 4 dakikayı hiç unutmuyorum. Aşiyan a geldiğimizde bitmişti. Yani o bir boşalmaydı.

Çiğdem Talu, artık nesiller boyu, sözlerini yazdığı şarkılarda yaşayacaktı.
Melih Kibar a gelince...
O her denediği şarkı sözü yazarında Çiğdem i arayarak, bulamayarak ve her gün ona biraz daha hayran kalarak yaşadı.
Artık daha az çalıyordu.
Uzun bir sessizlik döneminden sonra 2000 in sonunda bir gece yeniden piyano başına oturdu ve biriktirdiği duygularından bir son beste doğurdu.
Adını " Sessiz Veda " koydu.


Özlenilen insanlardır ..

Can Dündar
Yüzyılın Aşkları
kitabından alıntıdır..
Bu bölüm kitaptan bir gece vakti kendim tarafından aktarılmıştır yazılarak..

söz sende cinderella

Bugün kendimi küçük ve şımarık bir çocuk gibi hissediyorum adeta. Yerimde durunamıyorum tabir-i caizse. Bu mutluluğun sebebi biraz da şu duvarıma yapıştırdığım sticker da olabilir. ( bknz aşağı ) Küçücük birşey belki ama bana çocukluğumu hatırlattı. Şirinler, Temel Reis, Susam sokağına ait birşeyler de yapıştırsam demek ki odalarda durunamayacağım. Aslında bu enerjinin sebebi dün geceki elektrik çarpması da olabilir. Ama önemli değil eğer oysa çarpılıvereyim hep ya ben. Bunu dediğimde arkadaşımın sana ve ailene yazık demesi cidden bugün ne kadar kıpırdak olduğum gerçeğini ortaya koydu. Biraz biraz enerjim tükeniyor ee çarpılalı 24 saati bulacak belki ondandır. Neyse gereksiz kahramanlığımı anlatıp şurada iki gramlık karizmamı yerle bir etmeyeyim. İşte böyle ben odamı bugün bu şekilde süslendirdim. Cidden çok pahalı bir şey de değil. Kuzucuklarıma gide gele prenseslere, barbie lere tekrar merak salıyordum . Bugün onlara alırken aa bi baktım kendime de almışım bu yapıştırmalardan ( Aramızda kalsın son dönem oyuncak dünyasına takıntım arttı küçük küçük şeyler alıyorum herkesten gizli ) Eve gelir gelmez koştura koştura yapıştırmaya uğraştım bunu o kadar sevindim ki sanki dünyalar benim oldu bi anda o çüçük çocuk selen'e döndüm .Enteresan dakikalardı. Uzun zamandır böyle iyi hissetmemiştim. İşte böyle bugünlük aktaracaklarım bu kadar
Söz sende Cinderella :)


düş yakamdan

Uyuyamıyorum. Şu anda herşeyi, herkesi bırakıp çıkıp gidebilecekmişim gibi hissediyorum kapıdan. Hem güçlü, hem kırılgan, hem üzgün. Saçmasapan ruh hallerinin bir araya gelmiş devinimleri . Bu derece ağır gelmesin ya artık . Birşeyler değişsin. Değiştirmek için çabalamıyorsun demeyin bana, çabalıyorum. Siz görmüyorsunuz. Oynadığınız oyunların içinde akıl vermek , nasihat sunmak çok kolay geliyor biliyorum ben de yapıyorum aynı ikiyüzlülüğü çoğu zaman sizlere ama bu değil . Bu değil içimdeki. İçimdeki ben değil. Suretim yansımıyor bana aynada.
Bu kafa yapısı son dönemlerde fazla bana. Boğulacakmışçasına durunamamak odalarda. Tanıyamamak, anlamlandıramamak. İsteğin kırılması. İnsanları görmek istememek. Kapatmak kendini, kapatsan kaçmak istemek, aramak bulamamak. Mutlu olduğunu sanmak, Yanılsamalar. Bu değil acımasız olmamalı birşeyler bu derece. Gülmelisin be arada. Yok yok cidden bu kafa , bu yürek bu dönemde ağır bana.
Huzuru istiyorum artık. İç huzuru yakalamayı. Kaç yıl geçti değişmedi huzursuzluğum. Bir yerlere ait olamama duygum. Geçsin artık. Bitsin herşey. Düşünceler, sıkıntılar, özlemler ,korkular. Ot gibi yaşamak bir nevi. Saçmasapan duygu silsileleri olmadan. Olmasın anasını satayım gerekirse otluğa da razıyım. Yeter ki bir oh diyeyim artık .
Düş yakamdan artık hayat , kader kısmet her ne isen artık ..

Bu da gecenin şarkısı,

o zaman - bu zaman

-o zaman-

Kırgınsam sana. Kızgınsam. Bir adım bile yetecekken kapıları açmaya,neden bu inat kime bu garez ? Sabır insanı değilim bilirsin beni. Korumalıyım kendimi acı çekmemek için. Bir gün bulursan beni birinin kolunda.
En şuh kahkahamı takmayacak mıyım bir şal gibi boynuma. müsebbibi sensindir .. Aklından çıkmazsam bir gece dönüp durduğun yatağında, sorularını dizmeye başlarsan sorgular gibi kendini, battığın çukurda., geldiyse gelecekse gelmişse diline tadı tenimin ve sen aptal diye söversen kendini. Çok geç olacak biliyorsun değil mi ? Karşıma çıkman için. Bu yollardan geçeceksin biliyorum. ama bırakalım. gelemezsin. Gururun vardır (eskiden de bana kullandığın)
bilirim.


-bu zaman-

Bu kadar basit aslında.
''Ben birini sevdim o beni sevmedi ya o'ndan sonra gelen gelecek olan herkes gelmese de olur.'' dedirten adam geliyorsun ya bana. Söylediklerimi çıkartıyorsun ya .
O zaman gelmeyen sen şimdi geliyorsun. Adım adım ürkek bir şekilde aklıma giriyorsun. Girebileceğini zannediyorsun. Sendeki inadın on katının bende olduğunu bilerek geliyorsun. İki tatlı sözle kandırabilir gibi geliyorsun. Bu canı ve o canı yakacağımı bile bile geliyorsun.
Şimdi senle oynanmaz mı bu şekilde. Canın yansın diye çabalanmaz mı ? Uykusuz gecelerin hesabı sorulmaz mı? Oyunun alası yapılmaz mı ? Dağıtılmaz mı ? Ama sen bir kör gibi gelirim diyorsun. Gel..

Bu gecenin de hediye şarkısı bu olsun ..

Varolma Çırpınışları

Gıcık bir durum. Bir yere yetişecekmiş gibi çaba. Koşuyormuşcasına hayat. Ve sanki yakalamak istermişsin gibi. Yakalayabilecekmişsin gibi. Garip şaşılası.
Bakıyorum, izliyorum bazen. Bazense adımlar atıyorum kopmayayım içten içe. Bende olayım orada diye. Varolma çabası ve farkındalık. Anasını satayım ben niye herkes gibi olamıyor bu kadar çok geç kaldığımı ya da erken vardığımı ya da arada kaldığımı düşünüyorum. Neden koyverip gidemiyorum. Bir çok soru var ya şu kafada, bazen fırlat at demiyor değilim.
Kiminize göre basittir hayat, kiminize göre zor. Bilirim. Aslında kolay değildir gibi gelir. Aslında da zor da değildir. Kimi zaman.. Kimi zaman.. Yaşamak bir sanatsa nasıl kolay olabilir ki. Bu kadar hızlı değişirken herşey bizim aynı kalacağımız yanılsamadan başka birşey değildir. Aynı kaldık desek de bu da kandırmacadan başka birşey değildir.
Akış zordur. Kabulleniş ve değişim. Kimileri değişimin farkına varmaz yürür gider açılan yollarda. Kimiyse farkındadır anlam arar kapıların arkasında. Hangisinden olursan ol vardır içide değişim. Genelde bu durumdakilere böyle konuşanlara ''çok takıyorsun'' denir. ''bırak hayatı yaşa,düşünme'' denir. Olmayacak olaya da sadece hı hı denir.
Hayatı farketmeden yaşamak değil ki amaç.Evriminde gözlemlemek. Değişimi anlamak, anlayabilmek, kabullenebilmek. Kimi zaman çok zor olur bu kimi zaman kolay. Labirent faresi gibi hissedersin. Düşündüğünü bir süre sonra unutuverirsin önüne oyalanacak oyuncak konulmuş gibi. Bir zamanlar yadırgadığın eleştirdiğin hareketler bir gün bakarsın aynada senin üzerinde. O kadar sinsidir ki zaman, değişim. Sonradansa kimi sallamaz kimi eskiye dönmeye çabalar.
Tüm yükünü alabilirim gibi geliyor şu an ama bazen o aynada duranı beğenmiyorum.Ben böyle değilim diyorum. Değişiyorum, büyüyorum. Ayrı bir tat alıyorum bazen bazense kekremsi bir tada dönüşüyor o tat.
Arada bir dünya bulmak lazım .
Çok düşünmemek.
Ama olmuyor işte yine bunlar bir gece vakti kafama geri gelecek.

Deli Saçması

Hayat bu
Dokunulabilen katı, somut bir yalnızlık .
Dokunma yalnızlğıma kapılma karanlığıma …
Ne yaparsan yap hayatta
Her zaman yalnızsın ana karnında ..
Hayat bu
acımasız ve bir o kadar da soğuk esen
bir rüzgar gibi ..
Hayat bu
İçimdeki karanlıkla yüzleşirken ben
içime iyi ve güzel şeyleri koyan
kafama ..
Hayat bu
acı içinde yaşamak ..
gidenlerin arkasından asla unutmayacağız deyip ağlayıp
hayatın içinde savrulmak ..
Hayat bu ..
ihanet ..
Hayat bu ..
ne yaparsam yapayım beni yalnız kılacak ..
Hepimiz yalnızız kalabalıklar içinde ..
farkında değilmisiniz ..
farkında değilmisiniz ..
hepimiz yalnızız geceleri uykuya daldığımızda ..
hepimiz yalnızız uyandığımızda ..
hepimiz yalnızız nefes aldığımızda ..
Hayat bu ..
hepimiz yalnızız
kimse kimseyi anlamlı kılmıyor zamanın kasasında ...
Anlam .. Mana .. ya da meal ..
Önemli değil bir özü benimsemede ..
benimsemek ..

deli saçması bunlar da ama yine de yazmak istedim ..



uyuyamıyorum uyuyamıyorum .. boğulmak böyle birşey olsa gerek .. herşeyin anlamını yitiriyor olması ..
güzel hatıralara yapılan ihanet .. onların terk edilmesi .. kafamdan gidiyorlar hepsi birer birer böyle anlarda .. Dedem tek sensin hafızamda.. Etinle kemiğinle .. Yanımdasın sanki .. Belki de bu gücü snden alıyorum bilmesemde.. Yardım diliyorum sanki senin olmadığın yerlerden ... biliyorum uzanamazsın bana .. Ama o kadar anlamsız ki herşey dede .. Yardımına çok ihtiyacım var .. İçimle baş edemiyorum ben .. Karanlık ve aydınlık savaşı var sanki içeride .. Her zaman ikilemlerin insanıydım bilirsin .. Bu ondan da öte ..
Ya içimdeki karanlığa kapılıcam ya içimdeki aydınlığa sığınıcam .. Öyle bir şey ki bu aklımı kaybedecekmiş gibi hissediyorum .. büyümek mi bu olgunlaşmak mı yoksa fazla doz yalnızlığın etkisi mi ? farkettim ki dede
hepimiz yalnızız aslında ya .. yarım elma bütün olma hikayesi de yalan ... yalanlara inandırmış kendini insanoğlu .. Yalanlara ... Mutlu olmak bu kadar mı zor ? yani yalanların arkasına sığınarak mutlu olmak .. ne kadar doğru ?
ben hayatımı mı sorguluyorum dede ? yoksa hayat mı beni sorguluyor ? labirent faresiyim sanki .. İzleyen gözleyen notlar alan yok belki ama .. Ben çıkışı bulamıyorum bir türlü .. Bu içimdeki ağırlıktan kurtulsam ... Çıkışı bulsam kurtulurmuyum acaba ? muhtemelen ... çünkü tek umudum bu .. çıkışı bulursam ağırlıktan da kurtulurum belki ...
Yalan söylüyorum dede.. yalan söylemeyi o kadar iyi öğrendim ki .. bağırmak varken gülmeyi .. ağlamak varken suskun durmayı o kadar iyi öğrendim ki .. yüze gülüp arkadan sövmeyi .. Çarkın içindeyim artık bende .. Ama tek sorun bu çarkın içinde oluşumun farkındalığı .. Bu kadar farkında olmasam belki bu kadar fazla koymayacak bu bana .. Belki de esip gidicem bende ...
Çarkın içindeyim dönüyorum bende ... Çıkmak istememe rağmen çekiyorlar beni dede .. kollarımdan ...
Debeleniyorum .. savruluyorum .. kanıyorum yanıyorum yangın yeriyim dede ...
Mutluluk varsa bende ucundan mutlu olmak istiyorum dede ..
seninle olduğum gibi ...
senin yanındayken duyduğum gibi ..
güvende olduğum gibi ...
sonumu bilmiyorum dede ..
ya geleceğim yanına .. ya da boğulacağım derinlerimde ...
seni seviyorum dede ...


seni çok özledim ...